DHP’nin Büyük Devrimci İddiaları Sosyal Şoven İttifak Doğurdu – H. K. Zachariadis

Yazı dizisi – 5. Bölüm (1. bölüm2. bölüm3. bölüm ve 4. bölüm için tıklayınız.)

Sosyal şovenliğin, düz şovenlikten önemli bir farkı aldatma sanatında mahirliği ve yüksek manipülasyon yeteneğidir. Düz şoven zulüm yapar, gerekçe olarak “kudretliyim, yapabiliyorum ve yaptım” der. Düz şoven sopanın kazanımını açıkça savunur ve ödediği bedeli göstererek, elinden almak isteyenin de bu bedeli ödemesi durumunda hak kazanabileceğini söyler. Yani Kürdistan işgalini askeri, siyasal, ekonomik, kültürel, genetik ve benzeri bir yığın üstünlüğü iddiası ile gerekçelendirir. Kürt’ün hakkını alması için büyük bedel ödeyip, üstünlük sağlayarak kazanması gerektiğini söyler. Sosyal şoven ise daha ince bir yerden siyaset yapar. “Daha önemli ve öncelikli sorunlar var” ve “bir ara senin meseleni de rahata çıkınca ele alırız” der, oyalar. Hakkını talep eden Kürt’ü milliyetçilikle suçlar. Sömürge Kürdistan’a bağımsızlık istemenin emperyalist bir projeye hizmet olduğunu söyler. Eğer Kürdistan’ın bağımsızlığı emperyalizmin projesi ise, Türkiye emperyalizme kafa tutan ve alan kapatan kudretli ve bağımsız bir ülke olmalıdır. Bu durumda emperyalizmin projelerine engel olan Türkiye’nin sömürge kaybı yaşaması diğer emperyalist ülkelere yarar demek oluyor. Ama enteresan bir şekilde de bu argümanı ortaya atan sosyal şoven, Türkiye sanki sömürgeymiş gibi bağımsız Türkiye sloganları atar. Sosyal şoven için Kürtlere gelince ulus devletler manasızlaşmış ve ulusların kendi kaderini tayini anlamsızlaşmıştır. Türk devletini savunurken, Kürtleri devletsizliğe türlü yalanlarla ikna ederler. Sosyal şovenler Kürt örgütlerinin problemlerinin, Kürtler için mevcut sömürgelikten daha tehlikeli olduğuna dair bir anlatı geliştirirler. Kardeşlik ve kader birliği gibi bir yığın argüman sayarlar, aslında hepsi manipülasyondan ibaret hikayelerdir. İşte bu iki şovenlikten kaba ve açık şovenlik, Kürtlerde pek karşılık bulmaz ve ikna etmede etkili olmaz. Halbuki genel olarak sosyalizme sempati duyan –ki dindarları bile genelde sosyalizmi savunur- Kürt ulusu bu sosyal şovenliğin tatlı dili ile kandırılabilir.

Hüseyin Aygün EMEP kökenli bir siyasal çıkışa sahiptir. EMEP ve HADEP ittifakına karşı tavır alıp DHP ile 2000’li yıllarda dostluk ilişkilerini geliştirmişti. Devamında DHP’nin parlamenter siyasete mesafesi yüzünden CHP’ye katıldı ve orada milletvekilliği yaptı. Kılıçdaroğlu’na sosyal şovenliğinin sosyal yanıyla soldan muhalefet yapınca ve 1937-38 süreci yaklaşımları şoven CHP’lilerce yanlış anlaşılınca CHP’de siyaset süreci bitti. Devlet değerini anlasa da şovenlerin çoğu yine de Aygün’ün sosyal şovenliğini yanlış anlamış ve onu bölücülükle suçlamıştı. Aygün bu durumdan kaynaklı Atatürkçülüğünü ispatlamak derdine düşmüş, “dağdaki gençler”den “teröristler”e kayan ifadelerle dilini, şovenizmin balans ayarıyla epey bir geliştirmişti. Organik bir devlet projesi iddiamız olmasa da fiili olarak devlete angaje bir politik çizgisi olduğu aşikardır. Bu meseleyi daha fazla açmaya gerek yok. Kısaca Aygün’ün düşüncelerini özetleyerek ilerleyelim.

Hüseyin Aygün’ün görüşlerini özetlersek;

1-         Tüm Dersim Alevi Zaza’dır.

2-         Tüm Kürtler Sünni’dir.

3-         Kürtler, Alevi Zazaların düşmanıdır.

4-         Kürtler Alevi Zazaları asimile etmekte ve Kürtleştirmektedir.

5-         1937-38 katliamı bir talihsizliktir. Erken cumhuriyetin zorlu dönemlerinde, uluslararası şartların dayattığı bir zorunluluk koşullarında yaşanmış talihsiz bir zulümdür.

6-         Cumhuriyet ve modernizm büyük bir değerdir ve savunulmalıdır. Cumhuriyeti ve Mustafa Kemal’i 1938’e yedirmemeliyiz.

7-         Kendisi sosyalisttir.

8-         PKK teröristtir.

9-         Kürdistan için sadece sosyalist, emekçilere ait bir özerklik istemektedir.

Bu bakış açısını sırayla ele alalım.

Öncelikle tarihsel olarak Kürt dillerinin her birinin konuşanları kendi dillerini Kürtçe olarak tanımlarlar. Özelde ise kendi içlerinde Kurmanci, Kelhuri, Leki, Lori, Gorani, Beluci, Tati, Talış, Mazendarani, Gileki, Deylemi, Zazaki-Kirdki-Kırmanci-Dımili isimlerini kullanırlar. Zazaki, Kirdki, Kırmanci, Dımıli isimleri aslında aynı grubun yöresel adlarını ve varyasyonlarını içermektedir. Aygün’ün Zazaca dediği bu dili bölgelerde birbirinden farklı isimlendiren, farklı varyantlar kullanan ve kendi içinde bile anlaşılırlığı en zayıf olan Kürdi diller grubudur. Bütün Kürdi dillerden Kuzey Kurmancisi (Behdinani), Güney Kurmancisi (Sorani) ve Beluci diğerlerinden daha uzak dillerdir. Zazaki denen dil, bu üç Kürdi dil dışındaki tüm Kuzeybatı İrani dillerle yakından ilişkilidir. Ve Zazacılık yapan arkadaşlarda bunu kabul etmektedir. Kürdi diller konuşan grupların hepsi kendini Kürt olarak tanımlamakta, yakın tarihe kadar bir bütün Zazalar arasında da Kürt olarak tanımlama hemen herkesi kapsamaktadır. Bölgedeki tüm toplumlar ve tarihi belgelerde de her zaman bu gruplar Kürt/Kürd olarak tanımlanmıştır. Fakat Zazalar denilen bu grup kendi içinde isim farklarında net bölünme yaşamaktadır. Tüm Zazalar Kurmanclara Kırdaşi derken, kendilerine yörelere göre: Bingöl’de Kirdki ve Zaza; Elazığ, Urfa, Diyarbakır, Muş’ta Zaza; Urfa, Bitlis, Şırnak ve Diyarbakır’da Dımili; Dersim, Sivas ve Erzincan’da Kırmanc demektedir. Zaza yakın tarihe kadar Dersim’de kesinlikle reddedilen bir isimdir. Nüfus yoğunluğu olarak sadece Dersim’de %60 kadar, Bingöl’de %90 kadar, Diyarbakır’da %30-40 kadardırlar. Kalan yerlerde %30 un altında ve dağınıklardır. Bu dağınıklıktan ve zorla asimilasyondan kaynaklı da dil birliği zamanla zarar görmüştür. Yani Zazaca konuşanlar arasında bile anlaşılırlık çok düşmüştür. Zazaki konuşanlar arasında nüfusun %70’i Sünnidir. Alevi Kurmanc sayısı ise Kuzey Kürdistan’da Zaza Alevi sayısından en az iki kat daha fazladır. Aleviler içinde Sivas, Erzincan, Bayburt’da Kürt Aleviler içinde çoğunluk Kurmanci konuşanlardır. Elazığ, Malatya, Maraş, Kayseri, Çorum, Amasya, Tokat, Kırşehir, Samsun gibi yerlerdeki Alevi Kürt köylerinde hemen hemen Zaza köyü yoktur, hepsi Kurmanc’dır. Zazacılık yapanların çoğu manipülasyonu sevdiği için hemen belirtelim ve fırsat vermeyelim. Karadeniz’de; Çorum, Amasya, Tokat ve Samsun Alevilerinin çoğunluğu tabii ki Türk’tür. Sadece Kürt Aleviler arasındaki ayrımı saydığımız için onlar dahil değildir. Yani Hüseyin Aygün’ün dediği gibi ne Zazaların hepsi Alevi ne de Kurmancların hepsi Sünni’dir. Üstelik Kurmanc Alevi sayısı, Zaza Alevi sayısından çok daha fazladır. İran’da yakın tarihe kadar 13 milyon Alevi olduğu ve bunun da çoğunluğunun 8-9 milyon ile Kürt olduğu bilinmektedir. İran Kürtlerinde ise Kurmanclar ekseriyet Sünni iken, Kurmanc olmayanların hemen hepsi ya Alevi ya da Alevi’den Şii’ye dönmedir. Güney Kürdistan’da özellikle tartışmalı bölge denen Bağdat’a bağlı bölgelerin Kürtleri ise ekseriyet Alevi, Ezdi ve Feyli Kürtlerdir. Aleviliğin serçeşmesi kabul edilen Ebul Vefa Ocağı veya Dersimdeki adıyla Ağuçan Ocağı da Kurmanc’dır. Türk Alevi Ocakları ve bizzat kurucu Pir Hacı Bektaş ve Baba İlyaslar dahil tüm Alevilik Vefaii (Ağuçan) ocağına bağlıdır. Sonradan bu ocakla bağı kopan gruplar olsa da Alevilik 800’lü yıllarda Kürtlerde başlayan bir inançtır. Hallacı Mansur, Baba Tahir Üryan, Şeyh Safiyüddin ve daha nicesi Kürt’tür. Alevi Kürt devleti olarak Büveyhiler, Ziyariler, Kakaveyiler ve daha nicesi Selçuklu öncesinde kurulmuştur. Hepsi Kürt geçer ve hemen hepsi dil olarak Zazaki ve Gorani’ye yakın çeşitli Kürt dilleri konuşur. Yani tarihsel olarak Kürt olduğu kendi metinlerinde geçen, kendilerine Kürt diyen ve yaşayan torunlarının hala kendilerine Kürt dediği bu kitle kadar Zazalara yakın topluluk da yoktur. Ulus kısmını en sonda açıklayacağız.

“Kürtler Alevilere düşmandır” argümanı iki yönüyle çöptür. Bir, Kürtler 9 ayrı din ve mezhepte toplanır: Bahaiiler, Babiler, Sünni İslam, Şii İslam, Alevilik, Ezidilik, Zerdüştlük, Hristiyanlık, Yahudilik. Bunlar içinde Aleviler kendi içinde farklı ekollere ayrılır. Kuzey Kürdistan’daki Reya Haq inancı, Güney ve Doğu Kürdistan’da ise Şabak inancı, Yarsani-Kakailik, Ali İlahilik vesaire bu inançlardan Kürdistan’a ait olanlar ise Ezidilik, Babilik, Bahailik, Yarsanilik, Ali İlahilik, Zerdüştlük ve Alevilik birbirine çok fazla benzeyen dini inançlardır. Katliamlar ise İslam kaynaklı inançlardan kaynaklı zaman zaman yaşanmaktadır.  Dikkat edilmesi gereken Türki halkların olduğu hiçbir coğrafyada İslam dışı inanç barındırılmamıştır ve Kürt Alevilere yönelik esas saldırılar Büyük Selçuklunun İran’ı işgalinden itibaren hep Türk devletleri merkezli gelişmiştir. Cumhuriyet dönemi tüm Kürt Alevi katliamları devlet merkezli ve Türk Sünni merkezli gelişmiştir. Türk Alevi ve Kürt Alevilerin karışık yaşadığı veya Türk Alevi ağırlıklı bölgelerde ise devlet organizasyonu ile sivil Sünni Türklerce yapılmıştır. Yani illaki Alevi Kürtlere tehdit konuşulacaksa gerçeklere dayalı olan Türk Sünnilerden gelen katliamlar ana akımı oluşturur. Bu katliamlarda hedeflenen Alevilikleri ise, bu saldırıların ulusal değil inançsal motivasyonla ele alınır. Çorum, Ortaca katliamları doğrudan inançsal motivasyona örnektir. Maraş, Sivas, Koçgiri, Dersim katliamları inançsal ve ulusal saikla iç içe gelişmiştir. Sadece Aleviliği hedef alan saldırılar, bu dünyada tüm uluslarda mezhep ve din farkından yaşanan katliam örneklerine benzer. Ulusal yapı içinde birlik (tek ulus olma gerçeği onlar edilmeden) reddedilmeden ve ondan bağımsız dini motivasyonla esasta cereyan eden olaylardır. Güney Slavlarındaki mezheplere, dinlere ve lordluklara göre ulusal bölünmenin tarih içinde ulusal farklılık yarattığı örneklerde vardır. Boşnak, Hırvat ve Sırp ulusları bunun örneğidir.

Alevi Kurmanc ve Kırmancları asimile eden esas güç Hüseyin Aygün’ün coşku ile savunduğu devleti, Mustafa Kemal’idir. Alevi inancını ve Kurmanci-Kırmanci dillerini yasaklayan ve asimile eden Aygün’ün Kemalist devrimi ve ulu önderidir. Dersim Sünnileştirilmekte, Caferileştirilmekte ve Türkleştirilmektedir. “Dersim’de halka zulmü PKK yapıyor” yaklaşımı da problemlidir. Tüm örgütlü yapılar esas olarak halka karşı suçlar işlese de bunlar devletin zulmünden daha etkili bir konu değildir. Biz kurum olarak örgütlerdeki tahakkümcülüğü eleştiriyoruz ve devrimci yaklaşıma çağırıyoruz. Ama esas olan işgalcinin kahredici zorbalığını “olur böyle şeyler” diye geçiştirip, örgütlerin hatalı yaklaşımını ise PKK’ye indirgeyip Kürt düşmanlığı yapılmasını alçakça buluyoruz. Devletin zulmünü görünmez kılıp, örgütlerin kabahatlerini devletin soykırım ve asimilasyon siyasetini saklamaya bahane etmesi tesadüf değildir. Anadil konuşan sayısı hızla eriyorken ve Zazaki-Kırmancki tamamen yok olma tehlikesi altındayken, Kurmanci konuşan Dersim’de hemen hemen kalmazken, Alevi kültürü yok olurken asimilasyonu Kürtler yapıyor iddiası aymazlıktan ibarettir. Dersim Kurmanclarını yok sayarak apaçık düşmanlık yapan Aygün her sıkıştığında Kurmanc Alevileri inkar tutumundan anlık çarklar etmeyi de alışkanlık haline getirmiştir.

Aygün, soykırımcı faşizme karşı bizi anlayışa çağırmakta ve Makyevelli’nin anlatısına uygun “bir dönemin yaşanması arzu edilmeyen olayları yaşandı ve geçmişe kaldı” demektedir. Aygün’e göre Yavuz’un katliamı daha hatırlanmaya değerdir. Osmanlı Alevi zulümleri önemli iken cumhuriyetin katliamları geçmişte kalmalıdır. Hüseyin Aygün kaba şovenden daha tehlikelidir. Çünkü onun anlatısında Dersimli Alevi’ye içeriden bir sesle, yaşanan acıları anlayan bir perdeden meşrulaştırılır. Kaba şoven ve mezhepçinin saldırganlığı yerine bu ince ayarlı sosyal şovenizm, halkın kafasını karıştırmada oldukça etkilidir. Doğrudan reddiyatçı dil yerine, Kemalizm’in özeleştirel savunması Dersim’de daha etkili örgütlenmektedir.

Hüseyin Aygün 20. yüzyılda modernizmin entelektüel anlamda mahkum edildiği ve gericiliğinin ifşa olduğu bir tarihsel süreçten bugüne kadarki tüm varlığını hala anlamlı bulmaktadır. Hitler, Musollini, Franco ve Salazar’ın çağdaşı olan; üstüne bir de onlara ilham kaynağı olan M. Kemal’i savunmaktadır. Faşizmin Avrupa’daki uygulamalarını savunmayan ama esin kaynağı olan Türkiye versiyonunu devrim olarak savunmaktadır. Kapitalist Türkiye iktidarın sömürgelerin de uyguladığı ulusal zulmü ise bir iktisadi ve sosyal devrim olarak tanımlamaktadır. Şeyh Said’in direnişinin ulusal özlü yanını görünmez kılarak feodalite ve İslami gericilik olarak çarpıtmakta, Türk sömürgeciliğinin talanını alkışlamaktadır. 2. Mahmut döneminde başlayan Türk aydınlanmacılığı, 2. Meşrutiyet Devrimi ile iktidara gelmiştir. Geldiği andan itibaren de gerici uygulamalara başlamıştır. Kadın hakları mücadelesi Osmanlıda başlamış ve mücadele eden kadınlar peyderpey haklarını kendileri kazanmıştır. Çok partili sistem ve anayasal hükümet, 2. Meşrutiyet’le gelmiştir. Mustafa Kemal ise 2. Meşrutiyet Burjuva Devrimi’nin birçok kazanımını da Türk demokrasisi açısından yok eden bir tirandır. Kaldı ki, Türk Burjuva Devrimi Kürdistan’da bir devrim anlamı taşımaz. Kürdistan’da varlığı işgalcilik gerçeği üzerinden cereyan eder. Türk Burjuva Devrimi’nin kazanımlarını ve emperyal emellerini Kürdistan’da savunmak düpedüz sömürgeciliğe çanak tutmaktır.

Türk sömürgeciliğini akılsallaştıran Hüseyin Aygün kesinlikle hiçbir Kürt ulusal mücadelesini de desteklememekte ve hatta karşı çıkmaktadır. Türk sömürgeciliğini tartışmazken, Kürt ulusal özgürlüğüne olmadık argümanlarla karşı çıkmaktadır. Kaldı ki, kendini Zaza olarak tanımlamasından hareket edersek dahi Zazaların ayrı bir kimlik grubu olarak haklarını tartışan birinin de bu hakları gasp eden Türk işgalcisine karşı talep dile getirmesi gerekmektedir. Halbuki Aygün’ün Zazalar içinde böyle bir talebi yoktur. Zazaları müstakil bir ulus değerlendirsek dahi, Zaza kimliği üzerinden de ulusal ihanet pozisyonundadır. Kürt isyanlarını tartışıp karalayan Aygün devlet diliyle Kürt örgütlü mücadelesine yaklaşmaktadır.

Ulusal eşitlik hakkını ise sanki Türkiye sosyalistmiş gibi sosyalist karakterli olması şartı dışında desteklememektedir. Zaten Kürt sosyalistlerini de sosyalist olmamak ve milliyetçi olmakla suçladığı için, Kürt sosyalistlerine ulusal her taleplerinde milliyetçi damgası vurduğu için apaçık Kürt özerkliğine sosyalistlik şartı bile yalandan ibarettir.

İşin ibretliği sosyalizm düşmanı, emekçi düşmanı, tüm ulusal baskının ve Türk şovenizminin lideri Mustafa Kemal’i de tam olarak sahiplenmektedir. Dersim’e dair ortaya koyduğu durum ise, Marksistlerin sosyalist ülkelerde hatalı uygulama ve suçlara dair özeleştiri verirken; öte yandan devrime ve kadrolarına bu özeleştirilerle beraber sahip çıkması gibi bir sahiplenicilik içermektedir. Nasıl ki ML veya MLM akımı içinde SSCB’ye dair özeleştiriler olması sahiplenmeye engel değilse, Kemalizm’in de içinden özeleştiri ile savunulması normaldir. Kemalizm’i savunan bir sosyaliste ancak nasyonal sosyalist denir. Hüseyin Aygün Türk nasyonalisti bir ulusal hainden ibarettir.

Hüseyin Aygün sömürge ulusların ulusçuluğunun, egemen ülkelerdeki anayasal yurttaşlık hareketi içerikli ulusçuluklarla arasındaki farkı görmeyen ya da gizlemek isteyen biridir. Egemen ülkelerdeki yurttaşlık hareketleri sosyal bir anayasal eşitlik ve vatandaşlık motivasyonu ile inşa olur. Sömürge ülkelerde ise sömürgeciye karşı bağımsızlık eksenli gelişir. Bu fark Avrupa’da çeşitli farklı ulus tiplerinden çok daha farklı bir ulusçuluğu, sömürge ülke ulusçuluğunu Asya ve Afrika’da geliştirmiştir. Farklı dil gruplarından oluşan ulusal birlikler bile vardır. Mesela Hindistan’da Dravit ve Hint-İran dilleri ve başka dil ailelerinden gelen toplumlar esasta Hint ulusunu oluşturur. Hindistan’da nüfusun çoğunluğu Hinduizm ile ulusu oluşturmuştur. Hindistan’da nüfusun konuştuğu Urducaya Hintçe denir. Pakistan’da ise Beluci, Peştun gibi birkaç grubu çıkarınca geri kalan Müslüman Urdular ve diğer etnik Bharat toplulukları da bir ulusta birleşmiştir. Çin’de de nüfusun önemli bir bölümünde farklı Çinceler ve hatta başka diller konuşan kesimler kendilerini Han ulusu olarak tanımlar. Araplar yedi kadar farklı akraba dil konuşan bir ulus oluşturur.

Zaza meselesine dair de şunu söylemek isteriz. Ulus bir ruhi şekillenme birliğinden ibarettir. Yegane şartı budur. Diğer şartlar ikincil ve görecelidir. Zazalar kendini Kürt ulusal yapısının parçası olarak gördükçe Kürt olarak tanımlanacaktır. Öte yandan tarihsel Kürt ulusunun parçası olması yarın bir gün müstakil bir ulusa dönüşemeyeceği anlamı taşımaz. Şayet Zazalarda genel eğilim müstakil bir ulus olma yönünde ağır basacak olursa onları müstakil bir ulus olarak değerlendirmek gerekmektedir. Zaza ulusalcılığı yapanlar, Türk sömürgeciliğine ve asimilasyonuna tavır koymaları gerekmektedir. Zaza ulusalcılığını inşa edilmeye çalışılmasını yargılayacak veya suçlayacak değiliz. Bu insanlarımız kendilerini böyle hissediyor ve müstakil varlıklarını savunuyorlarsa durumdaki tek değişim bir Kürdistan projesi yerine iki kardeş ulusal kurtuluş mücadelesi gerçeği doğacaktır. Bu durumda da iki ulusa dönüşmeleri durumunda da dönüşmeseler de iki dil konuşanların da Kurmanc ve Kırmanc haklarının eşitliğine sahip çıkması ve kardeşliği savunması gerekmektedir. Dersimdeki Kurmancların haklarını sahiplenmeyen bir Dersim Kırmanclığı, Bitlis’teki Zaza’nın haklarını sahiplenmeyen bir Bitlis Kurmanclığı zorbalık yapmış olacaktır. Tarihsel olarak çok dilli Kürt ulusunun mirası üzerinden ister iki ulus doğsun ister doğmasın, bu iki dilin ve konuşanlarının statüsü ve hakları eşittir. Sorunun özdeşlik ve özgünlüklerle birliğin sağlanması üzerinden ele alınması önemlidir. Aygün gibi böl parçala yöneticilerin siyasetine alet olmayıp, tarihsel çok renkli ve dilli birliğimizi tek ulus veya iki ayrı ulus olarak kardeşçe sürdürmemiz gerekmektedir.

Dersim’de Hüseyin Aygün üzerinden siyaset yapmak sömürgeciliğe ve şovenizme çanak tutmaktır.

Örgütsel Mağduriyet Siyasal İddia Getirmez

Politik ayrılıkların en önemli sebebi mağduriyet değil, iddiadır. Kurumlarda muhalefetin tasfiyesi süresinde yaşanan adaletsizlikler, ilgili kurumdaki hukuksuzluğu ve sistem içiliği gösterir. Ayrılan grubun kurumsal yapıya bürünmesi ise bu adaletsizliğe dayanarak değil, politik mücadeleye dair iddiası ile ilgilidir. DHP’liler gelgelelim yatıp kalkıp on yıldır SMF karşıtı söyleve odaklandılar. Son zamanlarda biraz daha kendi faaliyetlerine odaklanır gibi olmuşlardı ve bunu yapmaları daha doğru olacaktı. Ayrılık sonrası hesaplaşması yapılan çatışmaların yerini güncel politik çelişmeler almalıdır. Yani SMF eleştirilerinde de on yıl öncenin konusu yerine, güncel politik hatalar eleştiriler geliştirilmelidir. 10 yıldır mağduriyetle ilgili yazıp çizen bu arkadaşlar, SMF’de eleştirdiklerinin beterlerini yapma noktasında oldukça yetenekliler. Tavır koyulan şeyin özüne inilmedikçe, ona karşı gerçek bir tutum ortaya koyulamaz. SMF’deki süreçte yaşanan olumsuzluğun sistem içi özü ile ilgilenilmesi çözümün üretilmesinin tek yoludur. Bu problemle hesaplaşılmadan ve bu özden kurtulmadan yeni bir kurum kurma iddiası ortaya koymak, aynı deneyin tekrarından öte sonuç getirmez. DHP’nin Aralık 2023’te seçimlere dair “Yerel yönetimler politikamız nasıl olmalıdır?” adlı yazısı ve ardı sıra ortaya koyduğu tavır üzerinden bu yaklaşımımızı ispatlayacağız.

“Kapitalist sömürü ve baskıya karşı demokratik hak alma mücadelesinde sosyalist bir geleceği savunuyoruz. Bu anlayışla devrimci dönüşümü öngörmeyen, ufku sistem içi aşırılıkların törpülenmesiyle sınırlı bir radikal demokrasi gücü olarak kendini rutin tekrarla niceliğe hapseden bir reformizmi reddediyoruz… Reformlar için mücadeleyi küçümsemeden ancak onu toplumsal sorunların kapitalist bataklığını kurutacak devrimci sosyalist bir niteliksel kopuşla bağı içinde görmeyen bir ‘hak alma’, yönelimi devrimci değil, reformisttir. Başta ezilen sınıflar olmak üzere, ezilen ulus ve milliyetler, ezilen cins, talan edilen doğa başta olmak üzere tüm sorunların kaynağı kapitalist sistemin kendisiyle birlikte ürettiği sorunlardır.”

“Yerel yönetimlerin toplumsal mücadele acısından önemi, sınırları, kitlelerle köprü kurma niteligi, gelecek devrimci toplumsal pratik açısından yapılacaklara dair mikro düzeyde kitlelere vereceği güven duygusu vs. üzerinden taşıdığı önemi görüyor, biliyor ve kabul ediyoruz.”

“Yerel yönetimler, burjuva rantçı siyasetin kitlelere her bir suç üzerinden teşhir edileceği, eş zamanlı olarak devrimci halkçı belediyeciliğin propaganda edilip, kitlelerin imtihanından geçilerek devrimci halkçı siyasetin onay alacağı özgün yönetim alanlarıdır.”

“Yine popülistleşen ‘Komünist başkan’ın, iki de bir “Dersim” ı Cumhuriyet’in Tunc/eli yapan AtaTürk’ün önünde defaatla fotoğraf vermesi de başka bir sorun teşkil etmektedir. AtaTürk anmalarına katılması protokol düzeyindedir belediyenin. Başkanın katılması gerekmemektedir, temsili katılım yeterlidir.”

“İlke ve prensiplerimize aykırı hiçbir kesimle ve siyasetle işbirliği yapmayacağız. Dersimin ileri ve ön görülü her kesimiyle Dersim ve devrim için güçlü ilişkiler geliştirip destekleyeceğiz.”

“Dar grupçu yaklaşımları reddederek ilerici olan tüm ilişkilerle bütünleşmeyi esas alacağız. Yaşanabilir bir kent ve sosyalist ilişkiler inşası için mücadele edeceğiz.”

Arkadaşlar reformist bir belediyecilik değil, devrimci zeminde bir belediyecilik iddiasındalar. Bilindiği gibi SMF’nin TKP ile ittifakı ve Kemalistlerle verdiği görüntülerden rahatsızlar. Dersim’in Kürdi kimliğine dair de atıfları bolca yapıyorlar. Bu açıklama ve öncesindeki açıklamaları da genel olarak bu yöndedir. Buraya kadar da sıkıntı yok. SMF’nin açık Kemalizm savunusu yapan adayı yok. Maçoğlu yumuşak ve bulanık cümleleri ile utangaçça Kemalizm’i över. Birkaç Kemal’i seviyor, onu biliyoruz. fakat DHP’nin adayımız diyerek yedeklendiği Aygün gururlu bir Mustafa Kemal sevicidir. Aralık ayı toplantısının az önce alıntıladığımız kararlarında devrimci aday, yurtsever aday dedikten sonra ise bir anda Kemalist bir adayı devrimci seçenekleri olarak önümüze sürüyorlar. Adayları, Dersim Kurmanc ve Kırmanc Kürtlerinin Zaza diye etnik bir kategori oluşturduğunu söylüyor. Bu Zaza etnik kimliğinin Kürtler tarafından asimile edildiğini ve zulme uğradığını iddia ediyor. 1937-38 soykırımını tarihi bir haksızlık olduğunu ama cumhuriyetin değerlerinden daha önemli olmadığını defalarca ortaya koyuyor. Adayı üstteki bölümde incelemiştik. Aday kesinlikle Maçoğlu’ndan çok daha kötü bir aday. Maçoğlu TKP değil sosyalist bir güçten aday olacak olsa oy verilebilecek bir aday. Ve SMF tüm vukuatlarına rağmen TKP, TKH, SOL PARTİ gibi güçlerden daha olumlu bir kurum. TKP’ye şovenliğine ve Kemalistliğine onca laf edip, TKH ve Sol Parti ile eski CHP vekili H. Aygün’ün adaylığında ittifak etmek için ar damarının çatlaması gerekmektedir. Devrimci güçlerle ve HDP’yle ittifakı önceleyen siyasete dair bunca yıldır yazılar yazdılar. Daha aralık ayında bile bu paralelde karar alıp açıklama yaptılar. Aradan birkaç hafta geçmeden H. Aygün, TKH ve Sol Parti ile ittifak yaptılar. Neymiş? DHP’ye “en Kaypakkayacı sizsiniz” ve “sizin seçim yaklaşımınızı kabul ediyoruz” denmiş. Yani bir tutam Kaypakkaya’dan nasiplenseler TKH ile el birliği halinde Kürdistan’da Kemalist adaya yedeklenirler mi?

SMF ise istediğimiz kadar rahatsız olalım devrimci güçlerdense TKP ile ilişkilenmeyi tercih ediyor. Bu durumu eleştirebiliriz ama sonuçta SMF bu sistem içi politikasında oldukça tutarlı. SMF kendi yoldaşlarını aday edip TKP içinden belediyelere aday oluyor. DHP kendi adayıyla bu ittifakları oluşturmadı ve sadece dışınızdaki şoven adaya yedeklendi. Peki neden DHP mevcut pozisyonu ile SMF’nin sağında siyaset yapıyor? Önceki yazılarda belirttiğimiz sistemde yer edinmek için. DHP’ye verilecek görev çavuşluk bile değil. İki sırtını sıvazlayanın, DHP’yi ciddiye aldığını söyleyen herkesin yedeği olabilirler. Keskin muhalif dilli üsluptan, bir anda ulusal sorunu önemsemeyen bir sosyal demokrat belediyecilik anlayışına geçiş yaptılar. Hani seçim dar grup çıkarlarına bakılmadan en geniş devrimci ittifakla yapılmalıydı? TKH, TKP’nin daha mı solunda bir hareket?

Tüm derdi SMF’ye husumet üzerinden mağdur toplamaya endeksleyen DHP esas mücadelenin odağını kaybetmiş ve pusulasını şaşmış durumdadır. Bu tutumlarını derhal düzeltmezlerse SMF’nin geçtiği yollara ulaşamadan yok olup giderler. Bu kadar hevesli şekilde şoven ve sosyal şoven güçlerle ittifaka girişmek hayra alamet değil. DHP içindeki devrimci güçlerin derhal bu sakat ittifakın karşısında durması gerekmektedir. Halihazırda TKP, adayıyla ve kendi kitle tabanıyla seçimler kazanan SMF’yi kurum olarak değil; Maçoğlu’nun Tuncelili arkadaşları olarak anıp duruyor. DHP bu politik kavrayışı, bu gücü ve etkinliği ile SMF’den daha fazla ciddiye alınacak değil. Reformist dedikleri belediyecilik hali, vaat ettiklerinden daha ileri bir durumdadır.

Görüldüğü üzere örgütsel mağduriyete dayalı, öfke ile hareket edip politik kurum kurulunca eleştirilen düzlemin gerisinde siyasal ve örgütsel tutum almak kaçınılmazdır. DHP şunu anlamalıdır ki, SMF bu noktaya geldiyse bunun sebepleri var. O sebepleri anlamadan o sonuçlarla hesaplaşamazsınız. O sebeplerle hesaplaşma yaşanmadan başka bir sonuca varamazsınız. Bizim yabancılaşma merkezli ve kesişimsel temelde toplumsal çelişkilere odaklanmamızın, devrimi sistemle hesaplaşma merkezli ele almamızın sebepleri var. Peki DHP’nin politik değişimi reddedip, SMF’yi yaratan anlayışta ısrarının nedeni nedir?

19.02.2024

H. K. Zachariadis

Paylaş: