Modernizm, Şovenizm ve Meyveleri – H. K. Zachariadis

Yazı dizisi – 4. Bölüm (1. bölüm2. bölüm ve 3. bölüm için tıklayınız.)

SMF’nin, M. Güneş, Alınteri, Yeni Demokrasi gibi dost kurumların eleştirilerine sert tavır koyduğuna, fakat TKP’nin bir tek ültimatomu ile en az iki defa yazı kaldırdığına şahit olduk. Üstelik talimat veren Kemal Okuyan’ın birçok yere verdiği beyanatlarla, olayı ana akım burjuva medyaya bile düşürdü. Dost güçlerden gelen yapıcı eleştirilere, mesela M. Güneş’in oldukça yapıcı eleştirisine bile ateş püsküren SMF; TKP’nin ültimatom veren, kurum olarak tanımayan, “Maçoğlu ve arkadaşları” gibi örgütü yok sayan, yol gösteren tavrına uysallıkla “eyvallah” çekmeyi bildi. Okuyan, TKP’yi şoven olarak tanımlayan iki farklı yazıyı nasıl kaldırttıklarını da dile getirerek, kamuoyu önünde ince ayar vermeyi ihmal etmedi. Bütünsel olarak tüm açıklamalarında Türk bağımsızlıkçılığından taviz vermeyeceklerini, ulusal bilinçleri olduğunu, ufak tefek şeyler için (yerel seçimler, belediye başkanlığı ve encümenlik gibi) ilkelerinden taviz vermeyeceklerini söyleyerek, TKP’nin şoven olduğunu düşünüyorlarsa DEM veya benzeri bir partiye gitmelerini önerdi. Yani “bağımsız olarak giremezler, çünkü kurum değiller” demiş oldu. “Biz zaten Maçoğlu’nun Kadıköy’de aday olmasına sıcak bakmıyorduk”, “başka adayla devam edebiliriz” gibi bir yığın açıklamayı gördük. “Maçoğlu’nun arkadaşları”, TKP’nin bu açıklamalarına ses çıkarmazken SMF’yi kurum olarak tanıyan dostlarının TKP ile ittifakı eleştirmesine ise sert üslupla yanıt verdi.

SMF yüksek profilli bir faaliyet yürüttüğüne dair atıp tutuyor. Bu pek başarılı arkadaşların eskiden Hozat, Mazgirt’te üst üste iki seçimi kazandıklarına şahit olduk. O süreçte kimi yoldaşlarımız da SMF’de yer alıyordu. Elbette ki bu başarılarda bizim payımız var gibi absürt bir şey söylemiyor, arkadaşların o başarılarını tebrik ediyor ve sürdürememelerini inceleyip dersler çıkararak ilerlemelerini tavsiye ediyoruz. Peki “Maçoğlu ve arkadaşlarına” dönüştükleri süreçten itibaren neden tekrarlanan bir başarıları yok ve seçim bölgesi niçin değiştiriliyor?

Bizim onlara sorumuz şudur; TKP’li Okuyanların ulusal bilinci ve gururu var da Maçoğlu ve arkadaşlarının ulusal gururu yok mu? Şayet ulusal gururları varsa, o ulus hangi ulus? Bu arkadaşlarda bir Dersimli olarak ezilen ulus gururu olsaydı TKP ile ilişkilerini keserlerdi. SMF’li olmakla Dersimli olmanın eşitlemesi de bize değil Okuyan’a aittir. “Maçoğlu’nun arkadaşları” bir kurumun vermesi gereken tepkiyi vermedikleri sürece TKP’nin yaklaşımı ile yaklaşmak duruma uygun olacaktır. Türk solunun gözünde her zamanki gibi ezen ulusu emperyalizmin mağduru, ezilen Kürt ulusunu ise saldırgan siyasal güç olarak göstermek olağandır. Türk solunda sosyal şoven bağımsızlıkçılık (sanki sömürgeymiş gibi) normal iken, sömürge Kürdistan’ın bağımsızlığını savunmak kör milliyetçilikle damgalanmaktadır.

Uluslararası kapitalist ilişkilerin dengesizliği ve birçok boyutlu sermaye birikiminin stratejik eşitsizliğinden kaynaklı kapitalist emperyalist ülkeler, diğer bağımsız ülkelerin kendilerine olan çeşitli teknolojik ve iktisadi mecburiyetlerinden istifade ederler. Bu eşitsiz kapitalist gelişmeden ileri gelen bağımlılıkları abartıp ulusalcı politika üretmek için bahane etmektedirler. Bunun tek çözümü sosyalist ve teknolojik devrimdir. Bu tip bir devrimin hedefi dış güçler değil hakim sınıflardır. Hakim sınıflar yerine, uluslararası imkansız hedefler koymak, Türk hakim sınıfını hedeften çıkarmak siyasi körlüktür. Türkiye’nin bu iktisadi bağımlılığını abartıp, Kürdistan’da katliamları ve işgali üzerinde politik program yapmaya değer görmeyen ve ulusal özgürlük mücadelesini emperyalizmin çıkarı ile damgalayan yaklaşım şovenizmdir. Ezilen ulusa ezen ulusun acılarını anlatmak, emekçiye burjuvanın acılarını anlatmaya benzer. Eğer Türkler de isterlerse, Kürtler uluslararası pozisyonu büyük bir zevkle değişip, acıları takas etmeye hazırdır.

SMF’ye soruyoruz: hangi meyveyi verdiniz, hangi meyve ağacısınız? Ağacı koysam kazanır demiyorsanız, anlatacağınız meyveler vardır. Hatırladığımız kadarıyla kazanılan belediyeleri halkla, halk meclisleriyle ve belediye meclisiyle yönetme iddianız vardı. Belediye meclisinizin ilk kararlarından olan Dersim isminin kullanımına ilk taş koyan, basına açıklama ile tavrını açıklayan ve valiye yasaklama noktasında yetkisini hatırlatan Maçoğlu olmuştu. Anlatmaya bu meyvenizden başlayabilirsiniz. Size kurum olarak hitap eden ve şoven güçlerle mesafe çağrısı yapan dostlarınıza tavrınızın, TKP’ye karşı tavrınızdan daha sert olması durumunda TKP’ye daha yakın olduğunuza dair bir mesaj vermiş olursunuz. Emin olun Okuyan’ın sizin için söyleyebileceği en ağır cümle “bizim arkadaşlar” olur.

Gazete Patika’da yayınlanan “SMF’ye Dönük Eleştiri Salvolarına Yanıtlar- 2” başlıklı yazıdan bir alıntı yapalım:

“SMF, ulusal hareketlerin desteklenip desteklenmemesini, bu hareketleri tarihsellikleri içinde ele alarak somutta biçimlendirmektedir. İdeolojik-siyasi plan ve sistematikten tamamen yoksun olup, salt ulusal baskılara karşı bir refleks olarak patlak veren tepki isyanları ile bugün ideolojik-siyasal formatıyla bilinçli bir politika-palan olarak biçimlenen hareketleri bir ve aynı tutmamaktadır. Eski veya bahsi geçen Dersim, Şeyh Sait gibi isyanlar tamamen bir baskıya karşı tepki olarak gelişip ideolojik-siyasi zeminde cılız olan ulusal hareketler iken, bugünün hareketleri daha bilinçli ve siyasal içeriği ve niteliği güçlü olan hareketlerdir. Bunlar arasında tarihselliğe bağlı olarak kesinlikle nitelik farkı vardır. Ve aldıkları siyasi pozisyon ve içeriğe bağlı olarak her iki dönemin ulusal isyan-hareketleri ayrı olarak değerlendirilir. Çünkü ayrı siyasi niteliktedirler. Bunlar örneğin HÜDA-PAR, ulusal talepler dillendiren dinci bir harekettir, bunları ‘milli’ harekettir diye destekleyebilir miyiz? Kısacası bunların siyasi niteliği, bilinç ve ideolojik sınıf karakteri vb. bunlar arasında ayrım yapmanın gerekçesidir. Ve SMF’ye ulusal hareketler karşısındaki tavrının değişmesi biçiminde bir tavır atfederek, ittifaklarını buna bağlamak isabetli değil, doğru da değildir…”

Buna utangaç Perinçekçilik denir. SMF’nin ulusal sorunda isyanları destekleme kriterlerini maddelere ayıralım:

1) Tarihsellikleri içinde ele aldıklarından bahsediyorlar.

2) İdeolojik-siyasi plan ve sistematikten yoksun olan geçmiş isyanları, bugünün ideolojik siyasi planı olan hareketleri ile ayrımına bakıyorlar.

3) Aldıkları siyasi içerik ve pozisyona göre ayrım yapıyorlar.

4) HÜDA-PAR ulusal talepler dillendiren dinci bir hareket. Destek mi verilecek?” sorusunu soruyorlar.

SMF’yi eleştirmek oldukça zordur, çünkü neresinden tutsan elinde kalır, nereden başlasan diğer tarafı boynu bükük bakar.

İlk olarak, ulusal harekete tarihsellik olarak bakma kriteri yanlış okumadan ileri gelmektedir. Bahsi geçen okuma Stalin yoldaşın, Semiç adında bir Yugoslav komünisti ile polemiğine dayanır. Semiç, Stalin’in ilk kez ortaya koyduğu “ulusal sorunun özü pazar sorunudur” tespitini savunmaktadır. Lenin ve Stalin ise bundan vazgeçmiştir. Çünkü Bolşeviklerin 1917 Devrimiyle ulusal kurtuluş hareketlerinin sorununa devrimci çözüm getirmişlerdir. Meselenin emekçiler cephesinde ve tüm ulus cephesinde topraklar üzerinde ulusal egemenlik sorununa dayandığı anlaşılmıştır. Semiç eski pazar sorunu yaklaşımını koyarken, Stalin bunun hatalı ve kör bakış olduğunu ispatlar. Sorunun sadece iki ulusun burjuvazisi arasında olmadığını, ezen ulusla ezilen ulus arasında egemenlik sorunu olduğunu koyar. Tabi SMF’liler bu tartışmadan Ekim Devrimi öncesi sonrası önemliyse, SSCB sonrası da önemlidir diye bir sonuca ulaşırlar. Hayır arkadaşlar, tarihselliğin tek önemi Ekim Devrimi ile proletaryanın siyasi bir gerçeklik ve çözüm gücü olarak rüştünü ispatlaması ve ulusal sorunlara çözüm getirmesidir. Yani öncesinde uygulanacak olsa, keşfedilecek olsa geçerli olan bir durum varken; ancak Ekim Devrimi ile ispatlanmış bir durum vardır. Bunun değiştirdiği şu olmuştur: ulusal kurtuluşa ezilen ulusun burjuvazisi; aristokratların ya da ulemasının önderlik etmesi dışında bir seçenek daha ispatlanmıştır. Ezilen ulusun komünistleri önderliğinde de bir çözüm de mümkündür. Buna da Milli Demokratik Devrim denir.

İkici olarak, ideolojik siyasi arka plan şartı arıyorlarmış. Yani Perinçek ve diğerlerinin İbrahim tarafından mahkum edilen görüşü söz konusu. Ezilen ulusun isyanına ödev verip, şartname sunuyorlar ve “bizim programımıza uygun olanları destekleriz” diyorlar. Zannediyoruz ki, ezilen ulusun halk hareketlerinden bahsediyorlar.

Üçüncü olarak, aldıkları siyasi içerik ve pozisyonlarına göre ayrım yaptıklarını söylüyorlar. Mesela dinci olanları desteklemeyeceklerini belirtmişler. Dersim’de 1937-1938 direniş lideri Seyit Rıza bir Alevi seyidi ve aşiret reisidir. Piranlı Şeyh Said ise ulemadır. İkisinin de dini motifi vardır. Seyid Rıza’da aşiret reisliği de vardır. Zaten HÜDA-PAR dinci ‘meselasının’ örneğinde mesela dışında tutulan yanlar da bunlardır.

Afganistan sürecinde Taliban’ın olumluluklarına işaret ettiğinizi hatırlatırız. Taliban küresel İslam Emirliği iddiasındadır ve lideri Emir-ül Mümin, yani halifelik unvanı kullanır. IŞİD hilafeti çıkana kadar, Taliban benzeri örgütler dünya genelinde hilafet biati toplamıştır. IŞİD bu hilafetten ayrılıp, halifelik iddiasında bulunmuştur. IŞİD’in bağlı olduğu El Kaide de daha önce Taliban emirine verdikleri biati IŞİD’e hatırlatıp durmuştur. El Kaide, Boko Haram, Çeçen islamcıları, Ebu Seyyaf vesaire Taliban’a bağlı örgütlerdir. Taliban liderlerinin birçoğu aynı zamanda aşiret lideridir. SMF Taliban’ı tüm bunlara rağmen olumlar. Lübnan’da Hizbullah’a ve Filistin’de Hamas’a bu tip kriterler koymaz. Öncelikle bu tutarsızlığı hatırlatalım. Kaypakkaya yoldaşın kriterini ortaya koyarsak düğümü çözmeye başlayabiliriz. Temel kriterimiz ulusal baskı olan koşullarda ezilen ulusun isyan, direniş, bağımsızlık, tam hak eşitliği veya özerklik gibi her ulusal hak talebi demokratiktir. Ulusal hareketlerin programı değil, özgürlükçü, eşitlikçi, ulusal talep ve hedefleri desteklenir. Demokratik muhteva, onların ulusal haklarıdır. Bu, şartsız ve “ama”sız desteklenir. Aksi tutum, ulusal baskıya ortak eder, işgalci ile aynı safa düşürür. Ezilen ulusun ve hareketlerinin hiçbir yanı işgali, ulusal baskıyı, zulmü meşrulaştırmaz.

Dediğimiz gibi, ortada demokratik ve eşit yurttaşlık olan koşullar yoktur. Ulusal baskı koşullarında, ezilen ulus hareketlerinde içerik, kayıt ve şart aramak şovenizmdir. Talep basittir: işgale son ver. İşgalin meşrulaşacağı tarihsellik nedir, merak ediyoruz. SMF’nin bilmemezlikten geldiği, halbuki çok iyi bildiği durum şudur: aslında ulusal baskı karşısında desteklenen şey örgütler değil ezilen ulusun haklarıdır. Buna demokratik muhteva denir. Bu hakları kim savunursa savunsun desteklenir. Yani HÜDA-PAR da işgal karşıtı pozisyon alsa, ana dil mücadelesi verse, eşit yurttaşlık istese bu muhteva desteklenir. Desteklenen örgüt değil haktır. Örgütlerin mücadeleleri esnasında bu yönlü her hak talebi desteklenecektir. Kabilelere dayalı ulusal direniş, dini inançlara dayalı ulusal direniş, burjuva önderlikli ya da sınıfsal nitelikli ulusal direniş fark etmeksizin hepsi desteklenir. Hak, her şartta desteklenir. Hakkın ötesine geçen politik muhtevalar ayrı ele alınır ve demokratik, devrimci muhtevalı her etkinlik o kısımda da desteklenir. İslamcı, mülkiyetçi ve benzeri kısımlar desteklenmez.

Bir diğer mesele HÜDA-PAR, TC’nin bir aparatıdır ve işgal karşıtı etkinlikleri Filistin’e dairdir. HÜDA-PAR’ın Kürt ulusal haklarına dair tüm sözleri Kürtleri aldatmak içindir ve bu nedenle Kürt ulusunda önemli ölçüde ifşa olmuştur. Buna rağmen Kürt ulusal talepleri haklı ve meşrudur. HÜDA-PAR ile mücadele etmekte Türk komünistlerinin değil, Kürt komünistlerinin işidir. SMF, Şeyh Said’i ve Seyid Rıza’yı destekleyip desteklememe meselesine açıkça yanıt vermeli, konuyu HÜDA-PAR ile bulandırmamalı, Perinçekçiler gibi ezilen ulus hareketine halkçı, sınıfsal, modernist görevler vermemelidir.

Dördüncü olarak, her ulusun komünisti kendi ulusunun siyasal tutumunu devrimci temelde örgütler. Ezen ulus komünisti de sömürgeciliğe karşı enternasyonalizmi örgütlemeli ve ezilen ulusun mücadelesine hiçbir şekilde karşı çıkmayıp, demokratik muhtevasını desteklemelidir. Ezilen ulus komünisti ise ezilen ulusun özgürlüğünü savunmak zorundadır. Devrimler komünistlere ulusal ve bölgesel çerçevede sınıfsal görevler yükler. Kürt ulusundan çıkan bir komünist bu ulusal özgürlük görevine sırtını dönemez, dönerse ulusal hainden başka bir şey olmaz. Hal böyle iken, SMF’de görev ayrımı ısrarla yapmazken, fiili her tavırları ve politik her kararları Türk kimliğini benimsediklerine işaret eder. Eğer Kürdistan’da siyaset yapıyorlarsa Kürdistan’a dair çözümü sunmaları şarttır. Aksi durum, Kürdistan’da dışlarındaki bir Kürt örgütü destekleme saçmalığı ile dolandırmaktır, ki bu konuda gayet mahirdirler.

Beşinci olarak, işgalci ile sömürge arasındaki ilişkilere modernist şartlar getirip, sınıfsal kriterler koyarsanız hemen hemen tüm sömürgeciler devrimci, tüm ezilen uluslar karşı devrimci çıkar. Çünkü işgal edebilme kabiliyeti için, iktisadi, siyasi, ekonomik ve askeri üstünlükler gerekir. İstisnalar hariç hemen her işgal, gelişmiş ekonomi, siyaset ve teknolojiyle mümkündür. Bu durumda bir kapitalist gücün kabile toplumlarını, kendine göre arkaik kalan toplumları işgalinin meşru olması gerekir. Böylesi mantıkla “emperyalist ülkelerin Ortadoğu’yu demokratikleştirmesi gayet devrimci bir etkinliktir” diyebiliriz. Her ezilen ulus elindeki sermayesi ile direnir. “Sermayesi” olarak bahsettiğimiz şey birikimidir. Ulusal, inançsal, sınıfsal, siyasal ve benzeri birikimi ölçüsünde organize olup direnir. Komünist olmayan önderliklerin ulusal direnişlerine, küçük burjuva önderlikli ulusal kurtuluş direnişlerine ve daha kötülerine doğru giderken sadece ilişkilenebileceğiniz politik birlik alanı daralır. En dar alanın adı ulusal haklardır. Bu da en geri ulusal hareketlerde bile meşru bir haktır.

Öte taraftan Türk burjuvazisinin Kürdistan’da ulema veya toprak ağası ile çatışması sınıfsal değil ulusaldır. Sınıfsal devrim ülkelerin kendi içinde egemen sömürücü sınıfla, egemenlik altındaki emekçi sınıfın çatışmasında gündemleşir. Yani ABD emperyalizmi, başka ulusların feodallerini, ulemasını ve kabilesini terbiye etme hakkına sahip değildir. ABD emperyalizmi nasıl sahip değilse hiçbir sömürgecinin sömürge ülkede sınıfsal devrim hakkı yoktur. Bu sömürgeci ideolojidir. Türk burjuvazisinin de Kürdistan’da ağa, şeyh vesaire ile mücadele hakkı yoktur. Kürdistan’da bir seri katil cezalandırılacaksa, o hak da Kürt ulusuna aittir. Başka hiçbir gücün Kürdistan’da Kürtlere adalet dağıtma hakkı yoktur. Kürtlerin de böyle efendilikler kimseden istediği ve beklediği yoktur.

Biz DEM Parti de dahil hiçbir hareketi bütünsel olarak desteklemeyiz. Dışımızdaki hareketlerin demokratik ve devrimci haklarını ayırt etmeden destekleriz. Örneğin, DEM Parti ile ortak payda tarihsel Azadi’den daha fazlaysa, daha fazla desteklenir. Ancak ulusal haklar tartışma konusu değildir ve koşulsuz desteklenir. SMF cephesinde Şeyh Said desteklenmezken (ki bu utangaçça ifade ediliyor); mevcut baskın ulusal hareket, ulusal kültürel reform talepleri için destekleniyor. Çünkü bu taleplerin cılız kalması Türk sömürgeciliğinin işine geliyor. SMF için Şeyh Said’in cılız denen bağımsızlık talebinden daha sempatik gelme nedeni de tam olarak bu cılızlıktır.

Altıncı olarak, ezilen ulusun demokratik haklarını desteklemek sadece ezen ulus devrimcilerinin ve enternasyonal sosyalistlerin görevidir. Kürt komünistleri asla destek pozisyonuna girmez, bizzat bu mücadelenin aktif parçası olurlar. Yani Kürt devrimcisi ve komünistinin kendi toplumsal sorunlarında destekçilik yapması düpedüz ahmaklık olacaktır. Devrimci kimse, kendi toplumunun sorununun çözümünden kaçınıp pasif tavır alma hakkına sahip değildir. Destekçi de olamaz. Ancak ve ancak sorunun aktif çözüm güçlerinden olurlar. SMF kendini bu sorunun Türk cephesinde görüyor olmalı ki desteklemeyi tartışıyor. Mevcut Kürt hareketleri destekleniyorsa Kürdistan onların mücadele alanı değildir, kurum olarak çıkmaları gerekir. Yok eğer sorun onların da sorunuysa, desteklemeyi bırakıp bir ucundan tutarak aktif özneliğe girişilmelidir.

Sömürü ilişkilerindeki gelişimlerin; iktisadi düzende, emek sömürüsünde birikimi artırması ve düzenin bu sömürü denkleminde çok yönlü gelişimini sömürücü sınıfların üstün katkısına bağlayan bir yaklaşım vardır. Bu sömürücü sınıfların üstünlükçü yaklaşımından beslenir. Bu gelişimin devrimci bir özü ve amacı yoktur, ama sonuçları olmaktadır. Efendiler, insanlığın “gelişimi” denen bu illeti başarılı yönetimlerine bağlarlar. O bakış açısıyla insanlık sömürgecilere çok şey borçludur. Bu bakış açısıyla, bizler bu coğrafyada fatihlere, tüccarlara, 2. Meşrutiyet burjuva devrimine ve Kemalistlere çok şey borçlu oluruz.

Gelgelelim siyasallıkları aydınlanma felsefesinde kalanların alması gereken son derse. Modernizm döneminde hakim görüşler modernist olduğu için karşıdevrimcileşen felsefe de modernist, pozitivist, aydınlanmacı felsefedir. Çünkü artık mevcut statükonun görüşlerini temsil eder. Doğal olarak devrimci felsefe bu yeni dogmalar ve akılsallaştırmalar, tahakkümü bilimle ve ilerlemeyle meşrulaştırmalarla mücadele eder. 20. yüzyıl felsefesi modernizm ile hesaplaşmak üzerine kuruludur. Sanatta ise empresyonizm ve Dadaizm’den itibaren akımlar da bu kopuşun başlangıcıdır. Modernizm kapitalizmin, postmodernizm ise liberalizmin değerlerini yansıtır. Sosyalizmde kalkınmacılık sapması, yani üretim ilişkilerini değil araçlarını geliştirmeye odaklanan sapma da modernizmden beslenir. Hal böyle olunca sömürgeci modernist ile, sömürge arkaik tartışmalarına modernist çerçeveden bakmak düpedüz karşıdevrimci yaklaşımdır. O nedenle SMF gideceği yeri görmek isterse biz gösterelim. Bu düşün dünyasının varacağı yer Perinçek’in vardığı noktadan ilerisi değildir. Kendilerine Maoist diyen bir harekete yakışacak olan TKP kuyruğuna takılmak değil, bu sapmaların özeleştirisini geliştirip devrimci öze dönmektir.

18.02.2024

H. K. Zachariadis

Paylaş: