Baş Düşman Yaklaşımından Sınıf İşbirlikçiliğine – H. K. Zachariadis

Yazı dizisi – 3. Bölüm (1. bölüm ve 2. bölüm için tıklayınız.)

Baş düşman kavrayışındaki sorunlar devrimci mücadelede her zaman saçma sapan yorumlamalara açık bir kapıya sebep olmuştur. Siyasal süreçlerde egemen klikler, burjuva koalisyonlar arası çıkar çatışmalarından kaynaklı daima bölünmeler olmuştur. Bunlardan hakim olan genel olarak daha saldırgan ve otoriter üslup kullanırken, zayıf kanat kendi cephesine destek toplamak için sistemin ötekilerine seslenir. Hakim klik saldırganlığına karşı iktidarda hakim olmak isteği olan kliğin kucaklayıcı söylevlerle çatıştığı bu durumlarda baş düşman tespiti gündeme gelir. Hakim klik baş düşman iken, muhalif burjuva klik ikincil veya tali düşman olarak adlandırılmalıdır. Ama baş düşman tespitinden doğacak olan ikincil düşman yaklaşımı yerine, dost güçler yaklaşımı gelişirse politik devrimci hat rayından çıkar ve sınıf işbirlikçiliği zuhur eder.

SSCB’de Kruşçevci sürecin başlamasından sonra, dünya devrimci hareketlerinin desteklenmesi konusunda Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) uzun bir süre tek başında kaldı. 1968 yılına gelindiğinde Çin Halk Cumhuriyeti uluslararası siyasette yalnızlaşmıştı. Bir tarafta en büyük sınır komşuları SSCB ve Hindistan tarafından, içeride ise SSCB etki alanındaki parti kadroları tarafından sosyalist sistem baskı altına alınmıştır. İçerideki sorunlar, Yüz Çiçek Kampanyası ile başlayan ve Kültür Devrimi ile ilerletilen, devrimci zeminin kitlelerde güçlendirilmesiyle çözülmeye çalışılmıştır. Uluslararası siyasette ise SSCB merkezli modern revizyonist kamp ile ABD merkezli kapitalist kampa karşı mücadele ederken bu yalnızlığı aşmanın ikincil bir yolu aranmaktaydı. Birinci yol malumdur ki dünyada gerilla hareketlerinin, devrimci isyanların ve KP’lerin örgütlenmesiydi. İkinci yol ise devrimci olmayan ama emperyalist baskıdan bunalan yarı sömürge ülkelerdeki devletlerle ve sömürgelerdeki burjuva bağımsızlık hareketleri ile dostluk ilişkilerinin geliştirilmesiyle dünyanın baskı altındaki hükümetleri ile ilişkiler üzerinden yalnızlığı aşma çabasıydı.

Bu diplomasi stratejisi, kapitalist ve revizyonist kuşatmaya karşı ordudan güvenlik stratejisi istenmesi üzerinden ordunun sunduğu raporla ortaya çıkmıştı. Buna göre ABD emperyalizmi ve SSCB sosyal emperyalizmi, dünyanın süper güçleri birinci dünya ülkeleri, diğer emperyalist ve kapitalist ülkeler ikinci dünya ülkeleri, yarı sömürgeler ve sömürgeler ise üçüncü dünya ülkeleri olarak sınıflandırılmıştı. Sömürgelerin emperyalistlerle çelişmesi üzerinden diplomasi yürütülüp, sömürge dünya ÇHC ile aynı saflara çekilmeye çalışılır. Ulusal diplomatik strateji belgesi olarak kabul edilen bu strateji, Yugoslavya’nın bağlantısızlar hareketine benzetilebilir.

Sonrasında Lin Biao gibi kimi kadrolar bunu bir dünya devrim stratejisine çevirmeye kalkınca, Mao ile bu yaklaşımdan kaynaklı da sorunlar yaşarlar. Mao’nun ölümünden (1976) sonra, Kültür Devrimi’nin kilit Maoist önderleri olan 4 Merkez Komüte Politbüro üyesi başta olmak üzere devrimci parti kadroları askeri bir darbeyle tutuklanır. Bu darbeyle beraber üç dünyacı siyaset, ÇHC’nin stratejik güvenlik meselesinden ziyade enternasyonal tutuma dönüşür. ÇHC hükümeti, uluslararası komünist hareketin önüne anti emperyalizm adına kendi ülkelerindeki tiranlar ve burjuva şoven milliyetçi güçlerle ittifaklar yapmalarını koyup, enternasyonal hareketi kendi dış politikasına angaje etmek ister. Bu angajmana girenlerin birçoğu 1978’de Enver Hoca ile hareket eden güçlerdir. Yani üç dünyacıların darbesini destekleyen ve kayıtsız kalanlar, ÇHC-Arnavutluk ilişkileri bozulunca AEP (Arnavutluk Emek Partisi) ile hareket ederler. O günden sonra, sanki Mao ve Maoistler üç dünyacıymış, kendileri ise en baştan tavır koymuş gibi süreci anlatırlar. Üç dünyacı darbeyi destekleyenlerin sloganları değişse de ilkelerinde üç dünyacılık iz bırakmışa benziyor.

Üç dünyacılığın en temel yapısı ülkesinin burjuvaları ile emperyalist ülkelere karşı birlik yaparak yedeklenme, yani devrimden vazgeçip burjuvazi ile sınıf işbirliğine girme tutumudur. Devrimci kalkışmalar strateji merkezi ÇHC’yi zor duruma düşürmemek için, devrimcilik yapmamaya ve uslu çocuk olmaya karar verirler. Bu çizgide ısrarın en somut hali Perinçekçilerde görülebilir. Buna benzer bir başka süreç de Kruşçevcilerin uydu partilerinin devrimcilikten reformizme kaymasıdır.

Peki tüm bunların konumuzla alakası nedir? Alaka şudur ki ülkemizde “devrimciyim” diyenleri birbirleri ile ittifak yapmamak için olmadık şartlar uydurduğu, ilkeler yerine pazarlıklar üzerinden diplomasi yaptığı bir gerçeklik içindeyiz. Bu gerçeklik içinde doğrudan burjuva şoven veya sosyal şoven güçlerle iş yürütmek ise meşrulaştırılmakta ve savunulmaktadır. Devrimci güçlerin yan yana gelmeme bahanesi çokken, TKP’den veya daha da beteri Kemalistlerden dost yaratma arzusu enteresan bir noktaya ulaşmıştır. Birileri CHP’ye belediyede veya cumhurbaşkanlığı seçiminde oy verip bunu reform için şart gösterir. Halbuki CHP tüm siyasal kampanyasını şovenlik ve nefret üzerinden kurmaktadır. Ama destek isteyenler için bu engel oluşturmamaktadır. Öte taraftan TKP gibi şoven güçlerle “Maçoğlu’nun arkadaşları” iş tutmaktadır. Maçoğlu’nun eski arkadaşları gibi davranma ihtiyacı ile kendini ortaya koyan DHP ise TKP’nin boşluğunu TKH ve Hüseyin Aygün ile doldurmaktadır. DEM, SMF, DHP hepsi oy deposu seçmen grupları muamelesi görüp, burjuva güçlere ellerindeki oyu kanalize etme pazarlıkları yürütmektedir. Belediye alanında yürütülecek siyaset, bütünsel bir burjuva siyasete devrimci alternatif üretme ekseninden, sosyal demokrat belediyeciliğe düşmüş gibidir. Üstelik birçok yerde karşı devrimci adaylar, AKP karşısında demokrat ilan edilip desteklenecek noktaya vardırılmıştır.

Bu yaklaşımın kendini kurduğu alan baş düşman kavrayışıdır. Eğer ikincil düşmanın düşman olduğunu unutursanız onlardan dost yaratma hevesine kapılırsınız. Bu nedenle baş düşman meselesi taktik boyutta kadroların siyaset üretirken gözetmesi gereken ve esas vurulacak hedefi belirlemede yardımcı olan bir çelişmedir. Her süreçte baş düşman olur ve sürecin esas mücadele hedefi hakim kliğe dönüşür. Öte taraftan ikincil düşmana karşı kitleler uyanık kılınmalı ve mülkiyet dünyası içinde taraflardan birine mahkum olmadıkları ispatlanmalıdır. Aslında meselenin özü şudur; tüm mülkiyetçi tahakkümcü sisteme karşı, devrimci bir sistem savunulmalıdır.

Dünya iki perspektife ayrılır: şovenler ve enternasyonalistler, doğayı nesneleştirenler ve ekolojistler, eriller ve feministler, mülkiyetçiler ve komünistler. İki politik tutum vardır: devrim ve karşı devrim. Geri kalanlar bunların kendi içindeki çeşitli dalga boylarından ibarettir. Biz devrimci ve karşı devrimci dünya görüşünden baktığımızdan; siyasette, baş ya da ikincil, her burjuva siyasal hatta aynı şeyin varyasyonu olarak bakarız. Onlar arasında çizgi çatışması değil, çıkar çatışması görürüz. Ve biz kendimize efendi seçecek değiliz. Efendisiz bir dünya istiyoruz. Bu nedenle dostunu burjuva siyasetten, şoven siyasetten, eril dünyadan seçen ama kendisini devrimci diye sunan her grubu işbirlikçi siyasal hatta görüyoruz. Bu siyasal hattaki tüm kurumları, burjuva çizgiye yedeklenmemeye, devrimci çizgide mücadele etmeye çağırıyoruz.

18.02.2024

H.K. Zachariadis

Paylaş: